top of page

Hint Okyanusu’nun İncisi:Zanzibar

  • Yazarın fotoğrafı: Merve Sena
    Merve Sena
  • 11 May 2024
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 29 May 2024

Çocukluğumdan beri farklı kültür ve yaşayışlara büyük bir merakım vardı. Avrupayı biraz gezdikten sonra artık vakit geldi dedim ve uzak rota arayışına geçtim. Asya mı olsa Afrika mı olsa derken Zanzibar'da karar kıldık. Masmavi denizi,tropikal havası,kültürel zenginlikleriyle bizi etkilemeyi başardı.En güzel balayı rotalarından birisi.Eğer siz de hem denize gireyim, dinleneyim hem de biraz etrafı gezeyim diyorsanız burayı değerlendirebilirsiniz. Derseniz ki 'Sena'cım, şimdiki aklın olsa Zanzibar'a mı giderdin Maldivler'e mi?' Cevabım kesinlikle Maldivler olurdu. Tüm güzelliklerinin yanında yaşadığım olumsuzluklardan dolayı Zanzibar'a ayak basmayı bir daha düşünmüyorum.Üzgünüm güzel siyah insanlar. Memleketiniz çok güzel görünüyordu ama bana pek iyi gelmedi.




Gelelim seyahat detaylarına... Toplam beş günümüz vardı.Bunun iki gününü Stone town'a (merkez) diğer iki gününü de en güzel sahile sahip olan Nungwi'ye ayırdık.Bu seyahatimizi kasım ayında gerçekleştirdik. Yağış zamanı oluyor ama buradaki gibi değil.Yarım saat bardaktan boşalırcasına yağıyor. Sonra bir bakmışsın güneş açmış.Hava pırıl pırıl.Hava 30 derece civarındaydı. Gider gitmez terledim bunaldım diye söylenmeye başladım zaten. Sanki hiç Alanya'da yaşamamışım gibi sanki hiç 45 derece sıcak görmemişim gibi. Akdeniz genlerim utandı :)


Stone Town'daki otelimiz çok güzeldi. Sahil kenarında, otantik havaya sahip bir oteldi. Nakupenda ve Prison island turları bu sahilden yapılıyor. O sebeple ilk günümüz çok rahat oldu. Çevresinde restoranlar, turistik hediyelikçiler ve sokak yemekleri satan yerler vardı. Burada bizi rahatsız eden bir şey vardı. Sokakta yürürken yerli halktan satıcılar sürekli size yapışıyor. Tur verelim, taksi verelim, hediye verelim...


Buraya linkini bırakıyorum.











İlk durağımız Nakupenda adası oldu. Türkçesi 'Seni seviyorum' demekmiş. Minicik bir kara parçası. Bembeyaz kumlardan başka bir şey yok. Masmavi denizle birlikte harika bir manzara çıkıyor ortaya. Turistik amaçlı kullanılıyor. Yerli rehberler gelenlere tropikal meyvelerden ikram ediyorlar. Ananas,mango,karpuz...Çok lezzetliydiler.











Buradan sonra yakınlardaki Prison Island'a gittik. Eskiden cezaevi olarak kullanılıyormuş. Şimdilerde kafe yapmışlar. Bir de dev kaplumbağalar vardı. Yaşları 150 ile 190 arasında değişiyor. Onları sevmek, beslemek inanılmaz güzel bir deneyimdi. Zamanında Şeyseller'den baharat karşılığında hediye olarak gönderilen 2 dev kaplumbağa zamanla çoğalarak bugünkü sayısına ulaşmış. Biz gittiğimizde deniz dalgalıydı. O yüzden yüzmek için pek elverişli değildi. Adada çok fazla gelgit oluyormuş.En az olan kısım kuzey tarafları olduğu için oradaki sahillerin daha güzel olduğu söyleniyor.





İkinci gün tam günümüzü kaplayan bir aktivite olan Blue Safari'yi gerçekleştirmek için yola çıktık. Az gittik uz gittik yağmurdan çamur olmuş yollara(Zanzirbar'ın neredeyse tamamında yollar toprak onun için bulunan araçların hepsi jeep gibi yüksek araçlar)bata çıka teknenin kalkacağı yere vardık. Teknelerin hepsi el yapımı, ilkel yollarla çalıştırılıyor. 10-12 kişi vardık teknede.Yanınıza mutlaka su geçirmez bir çanta alın. Dalgalarla ıslanabiliyorsunuz. Benim gibi şapkanızı almayı da unutmayın sakın. Giderken üstümüzde muşambadan bir koruyucu vardı. Dönüşte yelkenler fora yaptılar. Kaldık mı güneşin bağrında. Yanmayalım diye havlularımızı aldık başımızın üstüne. Bir takıntılı biz vardık galiba...Teknedeki İtalyanların hiç umurunda değildi. Hakuna Matata diye eğlenerek geldiler.

Zanzibar'a geliyorsanız her gün duyacağınız iki şey var: Hakuna Matata (her şey yolunda),Jambo(merhaba).Hakuna matata ile bir şarkı var hatta. Her yerde söylüyorlar. Melodisi insanın diline dolanıyor. Aylar oldu bu seyahatten geleli arada evin içinde Hakuna matataaaa diyerek dolaşıyorum. Sabah enerjisi atarken ben:)




Blue Safari'de neler yaptık peki ? Bir saatlik deniz yolcuğunun ardından ilk gün gittiğimiz gibi bir adaya vardık. Meyvelerimizi yedikten sonra öğle yemeği için daha büyük bir adaya gittik. Deniz mahsullerinden oluşan menüyü ben sevmedim. Zaten normalde de balığı pek sevmem. İkram edilen yengeç ve ahtapotlar haliyle içimi açmadı. Bol bol hindistan cevizi suyu içtik ve içini de yedik. İlk Maldivler'de denemiştim. Orda sevmemiştim. Ama burda yediklerim çok hoşuma gitti. Dönerken Blue Lagoon adında bir yerde durduk. Blue lagoon deyince hemen aklımıza Brook Shield'ın güzelliğiyle bizleri büyülediği Türkçeye Mavi Göl olarak çevrilen o kült film geliyor. Palmiye ağaçları, masmavi deniz, beyaz kumsal... İnsan seyre doyamıyor. Bu güzellikler bende hep bir tefekkür hali oluşturur. Kalbimin huzura bulandığını hissederim. En güzel mutluluk da bu değil midir zaten.

Giderken tekneye yürüyerek gittiğimiz yerden dönüşte tabiri caizse yüzerek geçtik. Gelgit olayının ne kadar fazla olduğunu buradan anlayabilirsiniz. Sular belimizi aşıyordu bıraktıkları yerde. İnsan düşünmeden edemiyor; Şuraya iskele yapsanıza be kardeşim suyun içine salmak yerine. Düşünemediklerinden mi üşendiklerinden mi böyleler anlayamadık.




Üçüncü günümüzde Nungwi'deki otelimize gitmek üzere yola çıktık. Yaklaşık iki saat sürdü. Klasik Afrika manzaraları eşliğinde otelimize vardık. Dev mango ağaçları, kafalarında erzak taşıyan insanlar, yol kenarında oturan gençler, minik minik çocuklar...Baharat tarlası turumuzu da yol üstünde olduğu için bu vakitte yaptık. Zanzibar'ın en önemli geçim kaynakları;turizm ve baharat ticareti. Dünyanın en büyük baharat üretimi bu adada yapıldığından Zanzibar baharat adası olarak da anılmaktadır. İlk baharat üretimi 1800'lü yıllarda Umman Sultanı'nın zencefil üretimi emrini vermesiyle başlamış ve bugünlere kadar devam etmiş. Adada birden fazla baharat bahçesi var. Tur satın alıp rehber eşliğinde geziyorsunuz. İki kişi 10 dolar ödedik. Rehberimiz çok tatlı bir bayandı. Bize bir çok baharatı dalından koparıp gösterdi. Ne amaçla kullanıldıklarını anlattı. Kendi dillerindeki isimlerini söyledi. En son bir adam ayağına bağladığı bir bezle palmiye ağacına çıkıp bize hindistan cevizi kopardı. Kesip suyunu içirdiler. Meyve ikramından sonra hediyelik baharatlarımızı da alıp ordan ayrıldık.






Son günlerimizi geçireceğimiz denize güneşe doyacağımız otelimize vardık. Sandies Boaab Beach .Booabab ismini bahçede bulunan ağaçlardan almış. Her şey dahil konseptli, Hobbit evlerine benzer evleri olan tatlı bir oteldi. Merak edenler için linkini aşağıya bırakıyor olacağım.Burayı tercih etmemizdeki en büyük etken kendine ait plajı olmasıydı. Sahilden merdivenle çıkılıyor şezlonglu alana. Girişinde de güvenlik bulunuyor. Bu sayede yabancılar gelemiyor. Bunun ne kadar önemli olduğunu gidince anladık. O kadar çok satıcı var ki peşinize takılan... Beş metre yürüyemiyorsunuz sakin sakin. Çok ısrarcılar. İhtiyaçları da olduğu için her anlamda kötü hissediyor insan kendini. Gözlerimin dolduğu çok zamanlar oldu Zanzibar'da. Her halimize şükürler olsun.










Ayrıca eşimin su altı çekimlerinden de birkaç parça göstermek istiyorum size. Zira benimle beraber sakin sakin yüzmek yerine tüm tatilde elinde kamerayla balık peşindeydi :( Deniz altındaki çeşitlilikle ilgili beklentimiz çok yüksekti. Blue safarideki balıkları besledikleri alan dışında yüzerken çok çok az deniz canlısı gördük malesef. Bu konuda Maldivler'in yanından geçemez Zanzibar :(






Biletlerden de bahsedip yazımı sonlandıracağım. Biz 5 ay öncesinden Qatar Havayollarından Doha aktarmalı olarak biletlerimizi aldık. Aktarmalardaki bekleme süresi çok kısa olduğu için sıkıntı yaşamadık. Direkt uçmak isterseniz THY ile de gidebilirsiniz. Kapıda vize uygulaması var. 50 USD vize ücretini ödeyerek ülkeye giriş yapabilirsiniz. Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere! Kendinize iyi bakın! Spoiler: Muhtemelen sonraki yazım Norveç hakkında olacak :)




Comments


bottom of page